Neden Almanca öğrenmeliyiz?
John le Carré
Avrupa müzakerelerinin makul ve medeni bir şekilde gerçekleşmesine yardımcı olmak adına dil bilimcilerin becerilerine değer vermek eskisinden de fazla önem kazanmıştır.
Ben Almanca öğrenmeye 13 yaşımda başladım ve hala kendime neden ilk duyduğum andan itibaren bu dile aşık olduğumu açıklamaya çalışıyorum. Cevap kesinlikle öğretmenimin mükemmel biri olmasıdır. Kültürel cömertliğiyle ünlü olmayan bir İngiliz devlet okulunda Bay King, oldukça ender rastlanan kişilerden biriydi. Bay King, İkinci Dünya Savaşı’nın karmaşık dünyasında hala sevdiği Almanya’nın orada bir yerlerde olduğuna inanan nazik ve akıllı bir adımdı.
Anti-Alman propagandalarına katılmak yerine o, küçük sınıfını dilin, edebiyatının ve kültürünün güzellikleri ile etkilemeye çalıştı. Bir gün, gerçek Almanya geri dönecek diyordu. Ve haklıydı da. Çünkü şimdi gerçek Almanya geri döndü.
Benim için neden ilk duyduğum andan itibaren aşka dönüştü? O günlerde öğrencilerine gramofondan plak çalarak dil öğreten pek fazla öğretmen yoktu, ama Bay King onlardan farklıydı. Plakları onun ve bizim için oldukça eski ve değerliydi ve plakları kahverengi bez çantalarına yerleştirerek, okula gelirken kullandığı bisiklette yer alan çantada taşıyordu.
Peki bu değerli plaklar ne içeriyordu? Romantik Alman şiirlerini okuyan klasik Alman aktörlerinin seslerini. Plaklardan çıkan ses biraz çatallıydı ama onların güzelliği de buradan geliyordu. Hafızamda bugüne kadar çatallı sesleriyle kaldılar:
Du bist wie eine Blume (çiçek gibisin) – ÇATLAK SES- So hold und schön und… (çok sevimli ve güzel ve…) – ÇATLAK SES (Heinrich Heine)
Bei Nacht im Dorf der Wächter rief (Gece köyde bekçi bağırdı)… – ÇATLAK SES (Eduard Mörike’nin Elfenlied şiiri)
Ve ben onları çok sevdim. Taklit etmeyi, ezberden söylemeyi, çatlak seslerini ve kalan her şeyi. Ve bu dilin bana uyduğunu keşfettim. Dilime uyuyordu. Nordik kulağımı memnun ediyordu.
Aynı zamanda bu şiirlerin altında yatan fikirleri ve bu dili çok sevdim. Çünkü bu dil benimdi ve başka birine ait değildi. O zamanlar Almanca popüler bir konu değildi ve okul arkadaşlarım Achtung! (Dikkat!) ve Hände hoch! (Eller yukarıya!) gibi savaş filmi propagandalarından başka bir şey bilmiyorlardı.
Ama Bay King sayesinde ben daha fazlasını biliyordum. İngiliz devlet okuluna bir gün daha dayanamayacağımı düşündüğüm zamanlarda Alman dili bana sığınak sağladı. Yıl 1948’di. Almanya’ya gidemezdim. Bu nedenle İsviçre’ye gittim ve 16 yaşımda Bern Üniversitesi’ne kaydımı yaptırdım.
Ve İsviçre’de Bay King yerine başka bir hayranlık uyandıran öğretmenle tanıştım: Bayan Karsten. Bayan Karnsten gri, at kuyruğu saçları olan sert, kuzey Almanya’dan gelen bir kadındı. Bay King gibi o da bisiklete biniyor ve saçlarını tepede at kuyruğu şeklinde toplayarak dik oturuyordu.
Daha sonra milli görevimi yapmak için orduya katıldım ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde Avusturya’ya gönderildim. Daha sonra Almanca eğitimi için Oxford’a gittim. Ve oradan da öğretmek için Eton’a.
Hepimizin bildiği gibi Alman dilinde oldukça eğlenebilirsiniz. Alay edebilirsiniz, dili istediğiniz şekle sokabilirsiniz ve bu şekilde iletişim kurabilirsiniz. Kendi kendinize uzun kelimeler icat edebilirsiniz – ama gerçek kelimeler her zaman aynıdır. Google bana Donaudampfschiffsfahrtsgessellschaftskapitän (Tuna buharlı gemi şirketi kaptanı) kelimesini verdi.
Mark Twain’in sözlerini mutlaka duymuşsunuzdur. “Bazı Almanca kelimeler o kadar uzun ki kendi bakış açıları var.” “Yakın zamanda ailemin camdan dışarıya attığı PlayStation” gibi çılgın tamlamalar oluşturabilirsiniz. Eğer isim ve ortaçlarla dizilmiş bir bileşik kelime oluşturmaktan yorulduysanız, Hölderlin veya Goethe veya Heine’nin şiirlerine dönerek rahatlayıp Alman dilinin basitliği ve güzelliğini kendinize hatırlatabilirsiniz.

Caspar David Friedrich, 1822, Frau am Fenster
Tüm gösterişine rağmen Alman dili, tek heceli basit yapıların gücünü sevmektedir.
Yabancı bir dil öğrenmeye karar vermek benim için bir arkadaşlık göstergesi. Birinin elini tutmak gibi. Sadece görüşmeler için bir yol değil. Aynı zamanda kendinizi daha iyi tanıma, kendiniz ve kültürünüzle, sosyal davranışlarınızla ve düşünme şeklinizle yakınlık kurmak gibidir. Yabancı dil öğretme kararı ise bağlılık, cömertlik ve ara buluculuk eylemidir.
İnsanları eğitmek ve yeni bilgilerle donatmak için verilmiş bir sözdür. Ama aynı zamanda umudun asla sönmeyeceğine dair ufak alevi körüklemektir; öğrencilerinize kararlılık, sabır ve beceri olmadan elde edemeyecekleri öngörü, fikir ve ilham edinmeleri için kılavuzluk etmektir.
Charlemagne’den alıntı yapmam gerekirse: “Başka bir dile sahip olmak ikinci bir ruh içermek gibidir.” Başka bir dil öğretmenin aynı zamanda ruhunuza ikinci bir ruh eklemek olduğunu da iletmiş olabilir.
Tabi ki de bu iki ruhu ciddi bir seviyede uzlaştırmanın işi önemli miktarda zihinsel çeviklik gerektirmektedir. Bizi kesin olmak zorunda bırakır, anlamla yüzleştirir, mantıklı ve yaratıcı düşünmemizi sağlar. Buna ek olarak kaynak dildeki kelimeye karşılık gelecek olan kelimeyi bulana kadar, böyle bir kelime olmadığını fark edene kadar ve anlamı kaynak dildeki kelimenin anlamını karşılayacak bir kelime grubu veya dolaylı söz bulana kadar tatmin olmamamızı sağlar.
Romanlarımı düzenleyen en özenli editörlerin ana dili İngilizce olmayan, gereksiz tekrar yapan ifadeler veya gerçek hatalar konusunda merhametsiz bir gözle inceleme yapan yabancı çevirmenler olması da çok şaşırtıcı değil. Benim Almanca çevirmenlerim de özellikle sinir bozucu.
Yaşadığımız olağanüstü dönemde, Atlantik’in bir ucundan çelişkili veya anlaşılmaz ifadelerin yayınlanmasında mucize yaratmak imkânsız değildir. Ve mucize yaratırken dilin kullanımı ve dilin yanlış kullanımı ile karşı karşıya kalıyoruz.
Gerçek ve mantıkla savaş içindeki insanlar için berrak, mantıklı ve açık bir dil varoluşsal bir tehdittir. Bu gibi insanlar için kullanılan açık dil karmaşıklık, çelişki ve yalanlara doğrudan bir saldırıdır. Onlar için bu düşmanlarının sesidir. Onlar için bu asparagas haberdir. Çünkü içgüdüsel olarak kendimiz için olanı biliyorlar: açık bir dil olmadan gerçeğin bir standardı olamaz.
Dil bilimciler için dil de bu anlama gelir. Dil öğretenler, dilin doğruluğu, anlamı ve güzelliğinin değerini bilenler bu tehlikeli dönemde gerçeğin koruyucularıdır.
Ve eğer Almaca öğretilerse ve bunu bu sorunlu ülkede gerçekleştirirlerse, nesilleri tükenmekte olduğu için değerli bir birey olarak algılanacaklardır. İngiliz politikacıların “açık bir şekilde ifade etmeme izin verin” dediklerini duyduğum bu günlerde elim tabancama gidiyor.
Almanca öğreterek, Alman kültürü ve yaşamını anlamayı yaygınlaştırarak bugün onur ödülü alanlar ve onların iş arkadaşları Avrupa argümanını dengelemeye yardımcı olarak bunu doğru ve medeni bir seviyede tutacaklardır.
Bu ülkenin en değerli varlıklarının üzerinde konuşacaklardır: Brexit’i destekleyen veya desteklemeyen aydınlanmış gençler, Avrupa’yı doğal evleri, Almanya’yı doğal ortakları ve paylaşılan dili de doğal bağları olarak görüyorlar.
İsviçre okuduktan ve askerlik görevini gerçekleştirdikten sonra Jonh le Carré (diğer adıyla David Cornwell) Bonn’daki İngiliz Büyükelçiliği’ne İkinci Yazman ve daha sonda da Hamburg’a İngiliz Konsolosu olarak gönderilmiştir. Bu metin orijinal olarak le Carré tarafından 12 Haziran’da Alman Konsolosluğunda Almanca öğretmenleri için düzenlenen ödül töreninden yapılan konuşmadan alınmıştır.
Bu metin, The Guardian’da 2.07.2017 tarihinde yayımlanan ”Why we should learn German” metninden Türkçeye çevrilmiştir.